Eski travmaların parçaları içimizde olduğundan arkalarında ipuçları bırakırlar. Duygu yüklü sözler ve cümleler biçimindeki ipuçları genellikle bizi eski çözümlenmemiş travmalara bağlar. Bu travmalar size ait olmayabilir. Bu travmaların sözlü ifadesi olarak ‘çekirdek dil’ terimi kullanılır. Çekirdek dil sözel olmayan yollarla da ifade edilebilir. Bunlar fiziksel hisler, davranışlar, duygular, dürtüler ve hatta bir hastalığın belirtisi olarak da görülebilir. Örneğin birinin çekirdek dili sabaha karşı saat üç buçukta nedenini bilmeden titreyerek ve tekrar uykuya dalmaktan korkarak uyanmayı içerebilir. Böyle birinin çekirdek dili depresyon, çaresizlik, endişe ve kendisini ‘buharlaştırma’ isteğini içerir. Aynı zamanda bu kişi kendi yaşamı yanında aile geçmişlerinden çözümlenmemiş bir şeylere bağlayan bulmacanın parçalarını taşır.
Hansel ve Gratel’in kandırılarak karanlık ormana götürüldüğü hikaye vardır. Çıkış yollarını asla bulamayacaklarından endişe duyan Hansel, evlerine güvenli bir şekilde geri dönmelerini garanti altına almak için ormanda yol boyunca ekmek kırıntıları bırakır. Bu yerinde bir benzetme olacaktır: İster korku ormanımızın derinlerinde olalım ister bildiğimiz yoldan uzaklaşmak konusunda endişe duyalım bizlerde yolumuzu bulmamıza yardımcı olabilecek kırıntılar bırakırız. Ancak ekmek kırıntıları yerine sözcük kırıntıları bırakırız. Bunlar bizi doğru yola yönlendirecek güce sahip olan sözcüklerdir. Bu sözcükler rastgele gibi görünebilir ancak değillerdir, bunlar gerçekte bilinçaltımızdan gelen ipuçlarıdır. Nasıl bir araya getireceğimizi ve bağlantı kuracağımızı bildiğimiz zaman, kendimizi daha iyi anlayabilmemize yardımcı olması için izleyebileceğimiz bir yol oluştururlar.
Masallardaki çocuklar gibi evimizin yolunu bulabilmek için korku ormanımızın içinde öylece uzaklara doğru dolaşabiliriz. Sözcüklerin yolunu izlemek yerine kendimizi ilaçlara başvurmuş, yiyeceklerle, sigarayla, seksle veya alkolle rahatlatır veya anlamsız aktivitelerle kendimizi oyalar halde bulabiliriz. Kişisel deneyimlerimizden bildiğimiz üzere bu yolların her zaman bir sonu vardır, asla gitmemiz gereken yere bizi götürmezler. Kullandığımız çekirdek dilin ekmek kırıntılarının etrafımızı sardığını fark etmeyiz. Bunlar sesli söylediğimiz sözcüklerdeve sessizlikte söylenen cümlelerde yaşarlar. Ancak bunların bizi nereye götürdüğünü görmek yerine bu sözcüklerin içimizde yarattı trans hali bizi etkisi içine almış olabilir.
Travmatik anıların nasıl depolandığını anlamak bunaldığınızda kullandığınız sözcüklerden meydana gelir. Uzun süreli bellek genellikle iki ana bölüme ayrılır: Bildirimselbellek vebildirimsel olmadan bellek. Bildirimsel bellek açık ve açıklayıcı bellek olarak da adlandırılır ve olguları, olayları bilinçli olarak hatırlama becerisidir. Bu tür bellek daha sonra geri kazanılabilir anıları dilin organize etme, kategorize etme, bilgi ve deneyimleri depolama özelliklerine dayanmaktadır. Bu tıpkı geçmişten bir hikayeye bakma ihtiyaç duyduğunuzda raftan çekip çıkardığınız bir kitaba benzerdir. Olayları sözcüklerle ifade ettiğimiz zaman onları geçmişimizin birer parçası olarak hatırlayabiliriz. Bilimsel olmayan bellek örtük bellek, duyu-devinimsel bellek veya prosedürel bellek olarak da adlandırılır ve bilinçli hatırlama olmadan işlev gösterir. Bu tür bellek daha önce öğrendiklerimizi tekrardan öğrenmemiz gerekmeden otomatikman geri hatırlamamıza olanak verir. Örneğimizde bisiklet sürdüğümüz zaman onu ileriye doğru harekete geçirmek için gerekli olaylar adımını düşünmeyiz. Bisiklet sürmenin anısı içimizde o kadar yerleşmiştir ki sadece üzerine biner ve süreci adımlara bölmeden pedal çevirmeye başlarız. Bu tür anıları her zaman sözcüklerle ifade etmek kolay değildir.
Travmatik deneyimler genellikle bildirimsel olmayan bellekte depolanır. Bir olay fazlasıyla bunaltıcı olup kelimelerle anlatılamayacak hale geldiğinde o anıyıhikaye olarak doğru biçimde kaydedemez veya ifade edemeyiz, bunu yapmak için dil gereklidir. Adeta hep bir ağızdan tüm kapı ve pencerelerimizden aniden taşan sel gibidir. Tehlikedeyken deneyimlerimizi sözcüklerle ifade etmek üzere fazla uzun süre durmayız. Sözcükler olmadan olayın anısına tamamıyla erişmeniz mümkün değildir. Deneyimin parçaları tanımsız kalır ve gözden uzak örtük hale gelir. Kaybolmuş ve açıklanmamış bu anlar bilinçaltımızın parçaları haline gelir. Bilinçaltımızın geniş depo alanı yalnızca travmatik anıları değil, aynı zamanda atalarımızın çözümlenmemiş travmatik deneyimlerini deiçinde tutar. Bu ortak bilinçaltında atalarımızdan birinin anısının kalıntılarını yeniden yaşarız ve kendimizinmiş gibi ifade ederiz.
Deneyimlerimizi tarif etmekte zorlandığımız iki önemli zaman vardır. Bunlardan birincisi 2 ve 3 yaşında olduğumuz beyinlerimizin dil bölgesinin henüz tam olarak gelişmiş olmadığı dönemlerdir. İkincisi ise travmatik olaylar sırasında meydana gelir, bellek fonksiyonlarımız ve bilgiyi doğru biçimde işleyemeyiz. Bellek fonksiyonu kısıtlandığı zaman duygusal yönden önemli olan bilgiler frontal lobları atlar ve sözcüklerle veya dil kullanımı ile tanımlanamaz veya düzenlenemez. Dil olmadan deneyimlerimiz genellikle açıklanamaz olur ve daha çok anı parçaları, bedensel hisler, görüntüler ve duygular olarak depolanır. Dil, deneyimlerimizi hikaye biçiminde toparlayıp tutmamızı sağlar. Deneyimi bir defa hikayeleştirdiğimizdeona bağlı olan kargaşayı yeniden yaşamadan tekrar değerlendirebiliriz.
Bunaldığımızda başvurduğumuz ilk şeylerden biri dildir ve asla kaybolmaz. Bilinçaltımızın derinliklerinde incelenir ve hiç ummadığınız anda yoksa sayılmayı reddederek yüzeye çıkabilir. Psikolog AnnieRogers’ın söylediği gibi ‘Bilinçaltı duyulmak için ısrar eder, tekrarlar ve bir bakıma kapıyı kırar. Onu duymanın ve odaya davet etmenin tek yolu ona bir şeyler dayatmayı bırakmak ve bunun yerine her yerde, sözde, ifade biçimlerinde, rüyalarda ve bedende, söylenememiş olanı dinlemektir.’
Travmalar acı verici deneyimlerdir ve bazen işin içinden çıkılmaz daha karmaşık hale gelir. İSMER Aile Danışma Merkezi olarak yaşadığınız travmaların sebepleri ve çözümleri konularında uzman ekibimizle yanınızdayız.